|
Anasayfa Galeri Menü | |||||||||||||||||||||||||||||||||
Hawker Typhoon Mk.1b | |||||||||||||||||||||||||||||||||
Hasegawa 1/48 | |||||||||||||||||||||||||||||||||
Tolga Ülgür | |||||||||||||||||||||||||||||||||
Hawker Typhoon… Bunun yanına “Hawker Aircraft” ibaresini de eklersek, söz konusu tayyarenin bu müessese tarafından üretildiğini anlamak -single malt ayranını fazla kaçırmamış- ortalama bir vatandaş için bile pek zor olmasa gerek. Kısa ve öz olarak Hawker Typhoon tek kişilik bir Ingiliz av bombardıman tayyaresi olarak bilinmekte.
Anglo saksonlar tarafından Hint okyanusunda görülen büyük fırtına ve siklonlar için kullanılmakta olan”Typhoon” kelimesi dilimize de doğrudan yatay geçiş yaparak “Tayfun” olarak sızmış. Yaratıcılıkta bir tıkanmışlık olmalı ki kelimeyi aynen geçirmişiz renkli ve de güzel Türkçemize.
Hawker Typhoon, Hurricane’lerin yerini alması amacıyla orta/yüksek irtifa önleme tayyaresi olarak tasarlanmasına rağmen bazı yapısal sorunlar nedeniyle bu gereksinimleri hiçbir zaman tam olarak karşılayamamış. Hizmete girişi 1941 ortalarına rastlasa da söz konusu sorunlar nedeniyle geleceğe yönelik soru işaretleri eksik olmamış. Ve fakat Luftwaffe’nin Fw 190 ları 1941 yılında boy göstermeye başladığında, RAF’ın elindeki- Fw 190 ları alçak irtifada yakalayabilecek- tek tayyare Hawker Typhoon idi. Sonuç olarak bu gelişmeler karşışında Typhoon yeni rolünü alçak irtifa önleme olarak sağlamlaştırdı.
1942 sonuna gelindiğinde mühimmat olarak bomba ,1943 sonunda ise yer hedeflerine karşı RP-3 roketleri taşımaya başlayan Hawker Typhoon kısa sürede kendini İkinci Dünya savaşının en başarılı yer taarruz tayyaresi olarak buluvermiş..
1937 yılındaki barış ortamında Hurricane’ler üretim hattından huzur içinde akarken Hawker Aircraft’ın baş tasarımcısı Sir Sydney Camm mevcut çizimlerde bazı değişimler yapmaya karar verir. Ortaya çıkan İki ön prototip Hurricane’den daha geniş olsa da aslında oldukça benzerdi. Kullanılan Napier Sabre ve Rolls Royce Vulture motorlarına atıfla bu tasarımlar kısaca N ve R modelleri olarak anılır olmuşlar ( R modelinin proje adı aynı zamanda Tornado olarak da biliniyor). Her iki motor da 24 silindirliydi ve 2000 HP nin üstünde güç üretecek kapasiteye sahipti. Farkları nedir diyenlere -elimdeki gereksiz detaylara bakarak- Sabre’ın H block, Vulture’un ise X block olarak tanımlandığını söyleyebilirim.
1938 yılının Mart ayında İngiliz Havacılık Bakanlığının 15,000 feet irtifada 400 mil hız yapabilen çift aşamalı turbo motorla donatılmış bir avcı tayyaresi talep etmesiyle Camm Abi ve arkadaşları mevcut ön prototipler üzerinde şekilsel değişimlere yöneldiler.
Typhoon’un temel tasarımı için geleneksel Hawker altyapısı ile daha modern inşa tekniklerinin bir karışımıydı denebilir. Arka kısım yarı monokok yapıda iken, ön taraf cıvata ve kaynakla birleştirilmiş çelik ve duralumin borulardan oluşuyordu. Motor ve kokpit bölümünün kaplaması motor, hidrolik ve elektrik ekipmanlarına erişimi kolaylaştıran geniş , çıkarılabilir duralumin panellerden oluşmaktaydı.
Güçlü ve dayanıklı kanat yapısı daha fazla yakıt, silah/cephane kapasitesine imkan sağlamaktaydı. Ancak 12,59 m açıklığa sahip bu kalın kanatlar nedeniyle Typhoon hedeflenen 400 mil/s ( 20,000 feet irtifada) seviyesine ulaşmakta oldukça zorlanmaktaydı. Kalın kanatların yarattığı sürtünme tayyarenin 410 mil/s hızını aşmasına izin vermedi. Ayrıca aynı sebeplerden dolayı 500 mil/s hızla yapılan dalışlarda sürtünme ve denge sorunları ortaya çıkmıştı. Bu yapısal sorunlar sonraları Tempest olarak adlandırılacak olan Typhoon II de daha ince kanat yapısı kullanılarak giderilecekti.
1943 e gelindiğinde RAF safkan bir avcıdan ziyade tam teşekküllü bir yer taarruz tayyaresine ihtiyaç duymaktaydı. Hawker Typhoon bu role gayet uygundu. Su soğutmalı 24 silindirli 2.180 HP lik güçlü Napier Sabre motoru 2 adet 454 kg lık bomba taşımaya imkan vermekteydi. Bu neredeyse birkaç yıl öncesine ait hafif bombardıman tayyarelerinin kapasitesine denk geliyordu. Eylül 1942 de 181nci filo tarafından kullanılmaya başlanan bomba yüklü Typhoon lara “Bombphoons” lakabı takıldığını da eklemekten bir zarar gelmez.
1943 Sonbaharından itibaren Typhoon’lar yukarıda bir yerlerde belirttiğim gibi 60lb lik RP-3 roketleri de taşımaya başlamışlar. Aynı yılın sonunda RAF’ın İkinci Taktik Hava Kuvveti bünyesinde bu roketleri kullanan 13 Typhoon filosu bulunmaktaymış. İkinci Taktik bünyesindeki filolardan bazıları sadece roket kullanırken (198 nci filo gibi), diğerleri mühimmat olarak bomba kullanmaktaymış. Modeli yapılan tayyare, RAF 198 nci filoya ait TP-E gövde numaralı MN882 seri numaralı Typhoon Mk1b .
Bu kadar ağır bir tarihsel doza gerek var mıydı bilmiyorum ama dalmışım ve buralara kadar inmişim; hızlıca yapım konusuna yönelmek belki serinletici olabilir bu poyraz özürlü sıcaklarda.. Ceberrut Lodos Bizans’ı işgal etmiş. Poyraz lodostan salakça ürkmüş , kuzeye doğru çekilerek Godot’laşmakta sakınca görmez olmuş, alacağın olsun Poyraz efendi, sen de ödlek çıktın. Bu tükenmişliği yeterince serinletilmiş “Chablis” ayranı ile aşmayı denemeli ayyaşlaşma yollarında dingildeyerek.
Bu plastik faaliyet şenliğinde de konuya kokpit ile başlamak bir mecburiyet gibi duruyor. Kılavuzla itişmenin alemi yok. Pilot koltuğu ve gösterge panosu dışında kutudan çıkan elemanlar ile devam etmek yeterli göründü gözüme. Geriye ne kaldı ki derseniz ; eh çok da haksız sayılmazsınız.
Pilot koltuğu mecburen Ultracast’dan temin edildi. Kutu elemanı pek güzel görünmüyor zira. Gösterge paneli için pek fazla seçeneğe ulaşamadım. Önceden portföye girmiş olan CMK’nın setinin bazı parçalarını kullanmaya karar verdim, hepsini uygulama fikri içimi daralttığından.
Her bir yarım gövde parçası, “Car door” tabir edilen erken dönem versiyonların da aynı platform kullanılarak yapılabilsin diye 2 parçadan oluşmakta. Bay Hasegawa ekonomik kaygılarla böyle karar vermiş zamanında. İtiraz hakkımı “Neden Tempest ‘i de yapmadınız bir türlü” sorusuna saklayarak devam ediyorum. Bu parçaları sağa sola yapıştırıcı sıçratıp, taşırmadan temizce yapıştırmak ilk aşamayı başarıyla geçmek için yeterli görünüyor..
Ardından bahsi geçen kokpit elemanlarının bir araya getirilmesi safhasına geçtim. Bu elemanlar talimatnameye göre “RAF interior green” rengine boyandılar. Ardından gövde içinde kendilerine ayrılan bölgeye yerleştiler. Gövdenin kapatılmasının ardından hızlıca Typhoon’ un kalın ve hatta kaslı kanatlarına yöneldim.
İniş takım yuvalarını – buralar natural metal mi yoksa gövde altı rengi mi olmalı ?- tartışmalarına çok fazla takılmadan Hasegawa’ nın buyurduğu gibi metal rengine boyayarak devam ettim.
Boyama faaliyetlerine gelirsek:
Alt yüzeyler RAF Medium Sea Grey rengine , üst yüzeyler ise pek iyi bildiğimiz RAF Dark Green ve RAF Ocean Grey renklerine boyandılar. Ocean Grey için Tamiya’nın yeni çıkardığı (o kadar yeni sayılmaz 1-2 sene olmuştur aslında) XF 82, diğerleri için ise bildiğimiz Gunze Sangyo akrilikleri seçildiler. Kıllanan modelciye not: XF-82 yi bir parça beyaz ile açmayı öneririm naçizane olarak.
Klasik RAF kamuflajını tamamladıktan sonra gövde ve kanat altındaki D day bantlarını Tamiya akrilikleriyle boyamaya yöneldim. Boyama faaliyetleri sona erdikten sonra tüm yüzeylere uygulanan parlak verniğin ardından ıslak çıkartmalara geldi sıra. Kutudan çıkan çıkartmalar kullanıldı. Zira kutu kapağındaki resim pek hoşuma gitmişti ve onu yapmayı arzulamaktaydım.. Kutu harici son müdahale egzostlar için oldu. Yine Ultracast’ın kapısını çaldım. Sonuç güzel gibi..
Kanat altını çok kalabalık görmeyi sevmediğimden midir bilinmez, sadece roket rampalarını taktım, roketleri ise kutu içerisini geri iteledim.
Yağlı boya yardımıyla bir miktar eskitmenin ardından mat vernik uygulaması ve biraz da gümüş kalem marifetiyle yapılan boya dökülme etkisi vererek modeli bitirdim. Sırada tezgahta birikme yaparak sebepsiz tıkanmalara yol açan yarım kalmışlara yönelmek var.
Hayırlı Modeller
Tolga ÜLGÜR © Haziran 2013
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||
Bu sayfadaki yazı ve fotografların tüm hakları www.ozkanturker.com sitesine ve yazarına aittir. İzinsiz kullanılamaz. |