GALERİ

www.ozkanturker.com


 

Anasayfa  Galeri Menü

Supermarine Spitfire Mk IXc
Tamiya 1/32
Tolga Ülgür
 

İkinci Dünya Savaşı ve (RAF) Kraliyet Hava kuvvetleri’nden konu açıldığında Spitfire’dan söz etmemek pek tasvip edilir bir davranış olmaz diye başlayalım yazmaya. Bindokuzyüzotuzaltı yılının başından itibaren yaklaşık 10 yıllık süre içerisinde 23,000 adetten fazla üretilip birçoğu çeşitli ülkelerin hava kuvvetleri tarafından 1950’lere dek kullanılan Spitfire, Britanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki tipik ve ana avcı uçağıydı. Konumuzu oluşturan Spitfire Mk.IX ise yaklaşık 5,500 adetlik üretim miktarı ile en çok üretilen ikinci Spitfire versiyonu olmuş ve savaşın ikinci yarısında RAF’ın ana avcı tayyaresi olarak kayıtlara geçmiş durumda.

1940 yılının temmuz - ekim  ayları arasında cereyan eden Britanya Savaşı’nda elde edilen ( çok parlak sayılmasa da) başarının ardından Kraliyet Hava Kuvvetleri Luftwaffe’ye karşı saldırı hazırlıklarını başlatmıştı. Ammavelakin  1941 yazında Manş Denizi ve Kuzey Fransa’da görülmeye başlayan Focke Wulf 190A lar RAF Spitfire Mk.V lerine neredeyse her yönden üstünlük sağlamış durumdaydı. Hava üstünlüğünün kaybedilmesiyle  RAF’ın saldırı operasyonları da sekteye uğramış ve acil olarak daha iyi bir avcı uçağının geliştirilmesi ihtiyacı hasıl olmuştu.

Focke Wulf tehdidine karşı verilecek cevap başlangıçta  Mk.V lerin gövdesinde bazı önemli değişikliklerin yapıldığı ve yeni nesil “Merlin 60” serisi motorların kullanıldığı Spitfire Mk.VIII olarak düşünülmüştü. Ancak gövde üzerinde yapılacak bu modifikasyonlar için üretim hattının düzenlenmesi vs gibi nedenlerden dolayı uzun zamana ihtiyaç bulunmaktaydı ve kısa sürede gereken miktarda üretim mümkün görünmüyordu.

Mk.IX bu soruna bir ara çözüm olarak düşünüldü. Merlin 60 serisi motoru Mk.V gövdesinde olabildiğince az sayıda değişiklik yaparak kullanmanın yolları arandı ve bulundu. Böylelikle gereken miktarda üretim çok daha kısa sürede yapılabilecekti.

İlk test tayyaresi 1942 baharında uçtu. Elde edilen performans oldukça iyi bulunarak hızla seri üretime başlanmasına hükmedildi. Üretim 1942 haziran’ında başladı ve hizmete bir ay sonra Hornchurch’deki 64 ncü filodan başlayarak alınmaya başladılar.

Savaşın sonuna dek – son dönemde dahil olan Griffon motorlu Spitfire’lara rağmen- görev yapmaya devam ettiler.

Başlangıçta 1,560 hp güç üreten “Merlin” motorun sağladığı maksimum hız 40 mil/s artarak 408 mil/s e (25,000 feet ) ulaşmıştı. Mk.V lerde 37,000 feet olan azami irtifa ise 43,000 feet e kadar yükselmişti. 1942 yazında ele geçirilen bir Fw-190A ya karşı test edilen Spitfire Mk.IX un rakibiyle neredeyse aynı performansa sahip olduğunun anlaşılmasıyla  Fw-190A tehditine bir cevap bulunmuş oldu.

Spitfire Mk.IX lar görünüm olarak haleflerinden -motor değişikliğine bağlı olarak- bazı farklılıklar göstermekteydi. Merlin 60 serisi motorun her iki yanında altışar adet egzost çıkışı bulunmaktaydı ve bir miktar uzayan burnunun (yanılmıyorsam 25 cm kadar) ucunda artık 4 palli “Rotol Jablo” pervane vardı. Daha güçlü motor ile başedebilmek için ise ilave bir radyatör (diğer kanat altına) ve ara soğutucu eklenmişti.

Ayrıca Mk.V lerden türetilmiş olan ilk üretimlerde farklı üst kaporta kapağı, daha küçük karbüratör hava girişi gibi farklılıkların bulunduğunu da eklemekte fayda var.

Çoğunluğu “C wing” (2 x 20mm Hispano + 4 x 7,7mm Browning ) olan Mk9 üretiminde tercih son dönemlere doğru “E wing” e (2 x 20mm Hispano + 2 x 12,7mm Browning)  dönmüş. ( Başlangıçtaki bazı “B wing” devşirmelerini de not etmek yararlı olabilir)

Takvimimde “yapılması zaruri işler” olarak yer etmesi kaçınılmaz olan Tamiya’nın 1/32 mikyaslı Spitfire Mk.IX serisine D-day bantları olan ve benim için klasik olarak kabul edilebilecek bir tayyare ile başlamak niyetindeydim. Bir miktar incelemenin ardından kararımı verdim. Britanya Savaşı sırasında ün kazanmış olan West Sussex deki RAF üssü “Tangmere Wing”den uçuş kolu komutanı yarbay Jack Charles’ın 1944 Ağustos’unda kullanmış olduğu  PT 396 / EJ-C kodlu MkIXc yapılacaktı. Bundan sonra yapılmasını planladıklarımı en iyisi hiç yazmayayım buraya.

Model:

Nasıl ve neresinden başlamalı anlatmaya? Bu herhangi bir modele benzemiyor. Fena halde acaip birşey. Bu ne tür bir mühendisliktir. Bunu tanımlanamayan uçan cisimlerde mevsimlik işçi olarak istihdam edilmişler yapmış olmasın sakın? Yoksa başka bir şey midir?

İncelemeye başladığımda açıkçası bir parça ürkmüş ve halet-i ruhiyemin yukarıdaki paragrafın bahçelerine sarktığını fark etmiştim. Bu kadar esaslı bir şeyi yapmaya kalkıp rezil etme endişesi buna neden olmuş olabilir. Bir süre, cama çarpıp seken bir sinek naifliğinde oyalanıp durduğumu hatırlamaktayım;

-başlasam mı?

-yok daha başlamasam mı kavşağında aval aval..

Kutuyu, ayarı kaçmış akşam yemeklerinden sonra hazıma yardımcı geviş niyetine açıp açıp bakmışlığım mevcut birçok kez, kafamda yapım senaryolarını oluşturmaya çalışırken. Ve fakat her seferinde sebepsiz bir uyku halinin bastırmasıyla bu süreç de sekteye uğradı. Hekimin tespitine göre “ sayın metabolizma” kimseye danışmadan insüline diklenmeye karar vermekte bir sakınca görmemiş; lakin pankreas bundan fena halde habersiz; bitmek bilmez mesailerle kendini tüketme yollarında. Buna önlem almak gerekecek. Sebzeye vurdum kendimi, ayva sevdiğim halde hüzünlü bir “ayvayı yemişlik” ile.

 Yapılacak en iyi şey  parça eksiltmeden meseleyi kutusuna kapatarak yatmak ve aniden uyumak diye düşündüm ertesi sabah yine işe gitmem gerektiğini fazlaca sayıklamadan. Yedik ulan ömrümüzü “git gel” lerle; hadi sizi mi kıracağız “gel git” lerle de olsun. .

Bed! Ve hatta bahh!  Artık korkunun ecele faydası da yok.

Bit pazarında dolanırken ikametgahı Hong Kong muhtarlığında gözüken bir satıcıya rastladım. Kızılı iyice kapitale kaymış Çin’e metazorik ilhak etmenin getirdiği duygusal oturmamışlıktanmıdır bilinmez kendine göre belki umutsuz ama benim için ise pek kolay kabul görebilecek bir fiyat seviyesinden piyasaya sunduğu kiti pek fazla düşünmeden “n’oolur şimdi al beni” tuşuna basarak kendimin yaptım. Ortaya çıkan hazzı bir sigara yakarak taçlandırasım geldi; ama çabucak vazgeçtim bundan naif bir pişmanlıkla.

Mevcut kiti yedeklemenin rahatlığıyla harekete geçmem pek de zor değildi artık. Endişeli bir beceriksizlikle içine etsem de aynısından bir tane daha vardı koltuğumun altında. Bu halet-i ruhiyede bir parça “davranış bozukluğu” hali sezsem de, bu ekşimsiliği tatmamış gibi yaparak devam ettim. Bu konu sonraki rehabilitasyon seanslarında uzun uzadıya incelenir kanaati hakim. Ben ise o zamana kadar keyfimize bakalım ortadoğululundayım , aman ne güzel..

Yapım:

Yapıma aylık mecmuaları aratmayan yapım kılavuzunu inceleyerek başladım denebilir . Ve fakat teferruat ile parça/sayfa sayısı gözümü korkutmuştu bir kere. Orta yaşı uzun zaman önce geçmiş olmanın verdiği tahammülsüzlük de eklenince günlerce bir arpa boyu yol gidemediğimi fark etmem hiç de hoş olmadı.

Baktım olmuyor ben de taktik değiştirdim. Atlantik ötesindeki Sam Amca’nın yıllardır başarıyla! uyguladığı “böl ve yönet” (ki senin olsun koyuncuklar) yöntemini uygulamaya karar verdim. Vardır adamların bir bildiği.

Öncelikle gövde parçalarını çerçevelerinden ayırmışım. Baktım bu pek kolay oluyor hafiften gaza basmaya başladım, tabii kılavuzun hız limitlerine uyarak.

Yapım aslında 3  ana unsurdan oluşmakta .Bu resmi bir görüş değil sadece benim bakış açım. Başkaları bu unsur sayısını kafasına göre - osurttuğumun istikrarı bozulmasın diye-  bir “baraj” tespit ederek ikiye indirebildiği gibi tam anlamıyla açılıp saçılarak  5’e ya da 15’e de çıkarabilir; nasıl olsa “fena halde ileri vites demokrasi” tramvayında hareket halindeyiz kimi dangalak uykulu yolcular eşliğinde. Vatman’ın işine gelen durakta ani fren eşliğinde kendisini “Mussolini” ilan etme ihtimali giderek kabaradursun, biz efervesan haklarımızı kurumaya bırakarak dönelim asli unsurlara. Aşağıda bulabilirsiniz onları:

-Kokpit

-Gövde ve kanatlar

-Merlin Motoru

Ben de bu yazdığım sıralamayla başladım yapıma. Umarım bunun için Sam Amca benden telif hakkı istemez.

 Kokpit : Çok sayıda parçadan oluşmakta. Saymadım kaç tane olduklarını. Kokpit bölümü gövdenin içine tek bir ünite olarak yerleşecek şekilde tasarlanmış. Gösterge tablosu farklı sayılabilecek bir tasarıma sahip. Göstergelerin olduğu kısımlar panelde boş bırakılmış. Bu kısımlara arka taraftan 2-3 adetlik şeffaf parça grupları yerleştiriliyor. Bunların da arkasına ıslak çıkartmaların yerleştirilmesiyle süreç tamamlanıyor.

Bir süre bu yöntem işe yarar mı, yoksa Eduard’ın yeni çıkardığı metal seti mi kullanmalı diye  kendim ile tartıştım. Fazla uzatmayarak yapılacak ilk modelin kutunun öngördüğü şekilde bitirilmesine karar verdim. Çok büyük bir sıkıntı çıkarsa bozup Kont Eduard’a geçerim dedim. Neyse ki beklediğimden daha iyi bir sonuç ile karşılaştım ve devam  ettim.

Koltuk birkaç parçadan oluşmakta. Birleşimi gayet sorunsuz oldu. Lego tadı var. Koltuk yıllardır bakalit rengi denen renge olabildiğince yakın bir renge boyandı. Lakin bu koltuklar aslında bakalit değiller. Terminolojide SRBP ( Synthetic Resin Bonded Paper ) olarak geçen rezin emdirilmiş kağıttan kalıplanarak imal edilmişler. Koltuğa bu kahvemsi rengi de kullanılan rezin maddesi vermekte. Bu bakalit efsanesini yıkmaya benim de niyetim yoktu ancak bunu böyle kabul ederek devam etmeli.

Tekrar yapıma dönersek; koltuğun ön alt tarafında yeralan delikli kısım benim bildiğim kadarıyla erken dönem Spitfire’larda mevcut idi. Mk9 larda olup olmadığı konusunda kafam karışık. Lakin kılavuz uygulayın bu parçayı diye buyurmakta. Kesin var bir bokluk ama;

  1. fazla gerginlik çıksın istemediğimden

  2. japon abiye güvendiğimden ( o zaman Fukuşima adı dimalarımıza henüz kazınmamıştı)

  3. seçenekleri büyükten küçüğe -ya da tersi- sıraladığımda uygun bir algoritma bulunacağının kulağa fısıldanmışlığından

  4. ortalıktaki patlıcanların henüz fena halde turfanda oluşundan

  5. Şifrelemenin contayı yakması ve akabinde halka açılması

  6. Hepsi

Seçeneklerinden birini ya da birkaçını benimsemeyi “sayın ortalama modelciye” bırakarak devam ettim. 

 

Koltuk kemerleri kutudan çıkmaktalar. Uygun renge boyanmanın ardından kolayca mevkilerine yerleşebilmekteler. Kafalık arkasındaki ve sırttaki zırhlar da kutu sakini  metal parçalar marifetiyle oluşturulmaktalar. Bu parçalar boyanarak yerlerini aldılar. Birleşmeler şimdiye kadarki modelcilik faaliyetlerimde rastladığım en sorunsuz ve mükemmel biraraya gelmeydi. Bu durum beni mütemeadiyen şüpheye düşürüp durdu. Fazla kolay gidiyor bir halt gelecek başımıza diye. Verilen parayı haketmiş köftehor. (Yine de “yaşasın kapitalizm” diye bağırtamazsınız beni)

Gövde ve Kanatlar: Gövde sağ ve sol olmak üzere iki ana parçadan oluşmakta. Mk 9 dan sonra piyasaya verilen Mk8 in içeri alınabilir arka iniş takımı nedeniyle arka kısım parçalı verilmiş. Lakin bu sorun bile olamıyor, inanılmaz rahat bir oturma var parçalar arasında.

Plastik yüzeylerdeki detay tek kelimeyle muhteşem. Panel çizgileriyle farklı perçin izlerinin dansı izlenmeye değer. Perçin demişken aklıma geldi. Bence Uzakdoğulu yeni yetme kapitalist model üretenler gelsinler de görsünler perçin izi nasıl olmalı. Tüm plastik yüzeye çivi deliğine benzer abuk subuk delikler salmanın detaylandırmak olmadığını “üflemeli biraderler”in gözüne sokmuştur sanırım Tamiya San.

Görüldüğü ya da görüleceği üzere motorun açık halde yapılabilmesine zemin hazırlamak için gövde parçası ön tarafta motorun başladığı yere kadar kalıplanmış.

Bundan sonrasında daha farklı bir malzemeden üretilmiş motoru çevreleyen kaporta parçaları ile gövde tamamlanmakta.

Ben bu modelde motoru olduğu gibi açık yapmaya karar verdim. Her ne kadar kılavuzun iddiasına göre birtakım mıknatıslı aparatlar marifetiyle motor incecik kaporta parçaları ile kapatılabilse de ben “aç kapa”lardan pek hazetmediğimden en başından motoru tamamen çıplak halde yapma inadını sonuna kadar sürdürdüm. (Ahlak zabıtası kendi arkasını yalasın )

Kokpit bölgesi gövdenin içerisine kendi kendine yerleşebilecek bir kabiliyete haiz. Modelcinin bunu neredeyse zihninden geçirmesi yeterli sanki. Kokpit kendiliğinden yuvasına yerleşti, ve diğer yarım gövde parçasının üzerine kapatılmasını bekledi.

Sırada kanatlar var.

Kutudan çıkan parçalarla iki tür kanatlı Spitfire yapılabilmekte :

-Çok bilinen klasik kanatlı Mk9c

-ve daha çok alçak irtifa görevleri için tasarlanmış kesik (clipped) kanatlı Mk9c. Kanatlardaki birçok panel ayrı verilmiş. Görüntü muazzam. Kanat altındaki ve üstündeki panellerin ayrı ayrı verilmesindeki amaç sadece modelcinin dibini düşürüp (düşme esnasında) kalçanın yere yakınlığıyla ilgili bir takım spekülatif lakaplar edinmesini sağlamak değil elbette. Zaten Tamiya San böyle biri değil.

Bunun nedeni aslında “C wing” den “E wing” e dönebilmek. Lakin yapısal olarak hazır olsa da kutu içerisinden “E wing” için herhangi bir parça çıkamamakta maalesef. Ah be Tamiya San.

 Takip edemeyenlere not: 2011 ilkbaharında “Müessese” E wing aparatlarını kutuya bırakarak Spitfire Mk 16e modelini piyasaya çıkardı.

Şimdi burada biraz ukalalık ederek bu müthiş kitteki gördüğüm – söylemeye dilim varmıyor ama - eksikliklerden söz edeyim eğer cemaatin izni olursa.

İki noktadan bahsetmek niyetindeyim:

Birincisi bu kadar maliyet yüklenildiği halde kutu içine sadece “C wing” parçalarının bırakılması. Gayet iyi bilindiği gibi Mk9 lar içerisinde bol miktarda “E wing”  tayyare bulunmakta. Mesela THK nın Mk9 larının hepsi böyle. Madem Mk16 yı çıkaracaksın , sayın TamiyaSan neden Mk9 kutusunun içerisine 6-7 ilave küçük parçadan oluşacak ekstra “E wing” parçaları koymaz da milleti beton zemin üzerindeki yeşilimsi muşambada takla atmaya zorlar, bu pek anlaşılmaz bir vaziyet.

İkinci nokta motor bölümü ile ilgili; ama buna motoru anlattığım kısımda değinmeyi tercih etmekteyim. Alıcılarınızın ayarıyla oynamadan okumaya devam ediniz. Az sonra karşınıza çıkacaktır. Olmadı, resimlere bakarak oyalanın bir zahmet.

Kutudan çıkan muhtelif malzeme ile flaplar ve dengeleyiciler oynar halde yapılabilmekte. Bunun için Tamiya San kutu içine metal aparatlar bırakmış. Metal çubuk ve diğer ıvır kıvır yardımıyla bu parçaların oynar olarak gösterimi mümkün hale geliyor. Kanatlardaki ayrı parça olarak verilmiş panellerin yerleşimi kusursuz . Hata payı yok gibi.

Kanatlar rahatlıkla kutudan çıktığı gibi yapılabilir. Ama ben yine rahat duramadım ve bu manyak kitte bile dışarıdan sokuşturacak bir şeyler buldum. Kutudan çıkan parça hiç de fena olmamasına rağmen dayanamayarak “20 mm Hispano” topları gerçek metal olanlarla değiştirme yoluna gittim. Bunun için “Master Model” in metal ürününü ecnebi diyarlardan getirttim. Pek de güzel oldu sanki.

Merlin Motoru:

Aslında görsel açıdan en önemli kısım burası denebilir. Şimdiye kadar gördüğüm en iyi plastik enjeksiyon motor olarak etiketlemiş durumdayım. Çok sayıda parçadan oluşmakla beraber neredeyse sorunsuz biraraya geliyor. Bunda da lego aroması hakim.

Parçaları çerçevelerinde boyayarak başladım işe. Ardından ufak ufak birleştirmeye başladım. Ehh yavaş yavaş  “Merlin”e benzemeye başladı gibi.

Merlin makinasının yanında bunu gövdeye tutturacak olan iskelet de bir yandan yapıldı.

Birkaç testin ardından “Rolls Royce Merlin”  gövdeye takılacak kıvama geldi.

Lakin incelemiş olduğum “Merlin” motorlarıyla ilgili resimlerde gördüğüm manzara ile modelde ortaya çıkan manzaranın tam olarak birbiriyle örtüşmediği kanaatine vardım birdenbire. Bunun nedeni bir kısım kablo vesairenin modele haliyle yansıtılmamış oluşu gibi geldi bana. Bunu ne şekilde aşacağımı düşünmeye başladım. Herhangi bir zil / elektrik teli istenen etkiyi yaratamamakta ve bu malzeme ile çalışması da oldukça zahmetli hatta çıldırtıcı bile olabilir.

Helada geçen nispeten atıl zamanlardaki düşünüp taşınmaların iteklemesiyle diyelim, sanal ecnebi diyarlarda rast geldiğim orta Avrupa orijinli kurşun teller yaralarıma merhem oldu, kullandıkça da kaşıntımı aldı götürdü.

Motordaki bir kısım kablo provokatif kaygılar duymadan bu teller yardımıyla ilave edildi. Daha mı iyi oldu nedir? Motoru bitirdikten sonra bir kenarda nadasa bıraktım.

Zira gövdenin boyanması gerekiyor.

Boya işlerine bulaşıp ortalığa tiner kokusu salmadan şu ikinci eksiklikten bahsetmek isterim. Hani kutu içinde olsaydı çok daha iyi olurdu meselesinden söz ediyorum.

Mesele şudur: Evet ortaya çıkan sonuç gayet başarılı; ve bu başarılı motor istenirse açık bırakılıyor; istenirse çok ince malzemeden yapılmış motor kaporta parçaları ile kapatılabiliyor. Ve hatta hiç sevmediğim aç kapa lara da olanak sağlıyor.

Çok iyi; lakin bu motoru yapmak yine de zaman ve emek ister. Acaba bir alternatif olarak bu motor kısmının – motoru hiç açık yapmayı düşünmeyenler için – bir ya da iki parçadan oluşan alternatif bir burun kısmı verilmek suretiyle hızlı bir bitirişe olanak sağlamak bu kiti biraz daha mükemmel yapmaz mıydı? İlk bakışta çok gerekli görünmese de  bu modelden 3-4 tane yapmayı düşününler için bu güzel bir alternatif gibi duruyor sanki. Yine de boşuna konuşuyoruz, gavurun dediği gibi “what s done is done”

Modeli yapılan MK9 klasik RAF kamuflajına sahip. İlave olarak  komple D-Day bantlar mevcut. Boyamaya alt yüzeylerden başladım yine. Rengimiz pek de kolay bilinen “Medium sea grey” diye tabir edilen RAF rengi. Malzeme Gunze Sangyo'nun.

Üst kısımları da Tamiya ve yine Gunze akriliklerini kullanarak  RAF Dark green ve RAF Ocean grey renklerine boyadım.

D-Day bantları boya kuruduktan sonra maskelenerek boyandılar. Önceleri D-Day bantların sınırlarının çok düzgün olup olmaması konusunu hela ortamlarda uzun uzun düşündüm. Bu bantlar çıkartma öncesi kısa süre içerisinde çoğunlukla fırça ile boyandığından sınır çizgilerinin çok düzgün olmama durumu söz konusuydu. Nitekim kimi fotoğraflarda bu durum böyleydi. Lakin böyle bir görüntü benim pek de hoşuma gitmeyecekti. Bu nedenle acaba hiç mi özenli boyananı yok mu bunların diye saldım yine kendimi internete . Sayıları çok olmasa da düzgün sınırlara sahip örneklere rastlamam biraz rahatlatıcı oldu ve ben de modeli bu formatta bitirmeye karar verdim.

Islak çıkartma konusunda Tamiya kutu içerisine kilim paspas kıvamında elemanlar bırakma huyundan hala vazgeçmiş değil. Eski örneklere göre biraz daha iyi olsalar da hala sorunlu bence bu elemanlar.

Modeli yapılan tayyareye ait EJ –C kodlarını zaten yarım kalmış bir Pacific Coast kitinden araklamıştım. Bu durumda diğer RAF forsları ve bakım işaretlerini de olabildiğince aynı kaynaktan tedarik ettim.

Yağ sızıntı ve kaçaklarının ardından modeli ayağa kaldırmanın zamanı geldi. Dikmelerin kanatları takılması esnasında ileri teknoloji yine devreye girmekte. Zira sıkıştırma ve vidalama yöntemleri neticesinde bu parçalar yerlerine yapıştırılmadan yerleşmekteler. Bu tür yenilikçi yöntemler bana biraz ters gelse de fazla itiraz edemeden devam ettim.

Sona yaklaştıkça kutu dışı ihtiyaçlar kendini belli etmeye başladılar. Öncelikle kutudan çıkan vinil lastikler en başından beri sempatimi kazanamadılar. Buna karşı şiddetli bir alerjik reaksiyonum mevcut. Bu elemanları “Barracuda Cast” tarafından üretilmiş resin ürünler ile değiştirdim.

Kanopinin, anten direği ve hatta daha önce nadasta dinlenen Merlin motorunun yerine yerleşmesinin ardından takas edilmesi gereken son elemana geldi sıra. Kokpit giriş kapısını yine “Barracuda Cast” nun resin ürünü ile değiştirdim. Gerçekten de kutudan çıkan üründen çok daha başarılı görünüyor.

Netice itibariyle model bitmiş oldu. Sonuç için “gayet tatmin edici” ifadesini kullanmak pek de abartılı olmaz kanaatindeyim. Adamlar yapmış. İyi ki de yapmışlar. Yeni duyumlara göre aynı formatta ve mikyasta bir P-51D kiti de sırasını beklemekte. Bu da çok fena heyecan veren bir gelişme olarak not edilebilir.

Yapıma başlarken bu kiti yedeklediğime göre yakın zamanda bir tane de THK işaretli  Mk9 yapmak için fazla beklemeye gerek yok sanırım. Dürüst olmak gerekirse bu durum THK işaretli bir ikinci Mk9 ile de sınırlı kalmayacak; korkarım ki devamı gelecek gibi.

 

Hayırlı modeller

Tolga ÜLGÜR © Nisan 2011

 

 

 

 

 

 

Bu sayfadaki yazı ve fotografların tüm hakları  www.ozkanturker.com sitesine ve yazarına aittir. İzinsiz kullanılamaz.