|
Anasayfa Galeri Menü | ||||||
Seehund | ||||||
ICM 1/72 | ||||||
Ahmet Dönmez | ||||||
Cüce denizaltı, ya da Türkçede söylenişi ile “cep denizaltısı”, yirminci yüzyılda üretilmiş en korkutucu, etkinlik potansiyeli en yüksek silahlardan biri. Kısıtlı malzeme ve insan kaynaklarına sahip bir askeri güç iyi eğitilmiş insan malzemesini yüksek teknoloji ürünü silahlarla donatabilirse, karşı tarafa büyük zararlar verebilir. Üstelik çok ucuza… İşte bu iç gıcıklayıcı fikir yüzünden İkinci Dünya Savaşı boyunca Japonya, İtalya, İngiltere ve Almanya bazıları akıl dışı, çok çeşitli donanım ve çoğu güvenilmez tasarım denedi, geliştirildi. O acayip şeylere binip, kendilerinden çok daha güçlü bir düşmana zarar vermeye hevesli, olağanüstü cesur sıra dışı insanlar[1] da bulundu (adamlarda hem kafa, hem taşak var işte)! Genel olarak bakıldığında, pek öyle heveslenildikleri etkinlikte kullanılamamış olsalar da, bu işe soyunan ülkelerin savaş sonrası teknolojik ve sınai birikimlerine büyük katkıları yadsınamaz.
Tuhaf bir biçimde, İkinci Dünya Savaşı boyunca Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği bu tür denizaltılarla hiç ilgilenmemişler. Bu durum Fransa’nın 1940 Haziranında teslim olup askeri bir güç olarak sahneden çekilişi[2], Amerika Birleşik Devletleri’nin ise sınırsız kaynaklarla desteklenen muazzam konvansiyonel silah ve malzeme gücü nedeniyle açıklanabilir. Mühendislerinin denizaltı konusunda öncü çalışmaların çoğunda katkıları olmasına rağmen, böyle bir harekat alanına girmeyen Sovyetlerin durumu ise bir tuhaf. Böylesi işlere gereken yüksek oktanlı bireyselliğin Stalinist komuta anlayışına pek uygun düşmemiş olacağı geliyor insanın aklına.
Japonların HA tipi cüce denizaltıları ile Pearl Harbour’a düzenledikleri başarısız, acıklı ve epik saldırıdan daha önce söz etmiştim. Savaş boyunca, İtalyanlar insanlı torpidoları “Maiale”[3] (‘Domuz’) ile Akdeniz’de biraz daha başarılı oldular. Aralık 1941’de İskenderiye limanına bu türden üç denizaltının düzenlediği saldırıda Queen Elizabeth ve Valiant Savaş gemilerine ciddi zarar verildi.
İnsanlı torpido hikayeleri içinde en tuhaf ve ölümcül – kullanıcıları için - cihazları üretmiş Almanların durumu biraz daha farklı. İtalyan ve Japon müttefiklerin tecrübelerinden yararlanmadıkları gibi, kendi üretim programlarının önünde de iki adet çok ciddi sorun vardı: Amiral Dönitz ve gittikçe köşeye sıkışan Almanya’nın kısıtlı zamanı. Amiral doğal olarak, konvansiyonel denizaltı savaşı için yetiştirilmiş teknik ve taktik personeli paylaşmayı reddetti. Bu durumda silahlı kuvvetlerin diğer bölümlerinden aktarılan elemanların üretilecek tehlikeli ve denenmemiş makinelerin kullanımı için eğitilmeleri gerekti. Araştırma geliştirme programları için zaman olmadığı gibi, üretim de çok kısa sürede ve elde mevcut malzemelerle gerçekleştirilmek zorundaydı.[4] Sonuç… Eh, pek de parlak olmadı tabii. Ana konsept, standart alman torpidosu G7e’yi taşıyacak basit bir aracın ucuza ve bolca üretilmesiydi. İlk tasarım mühendis bay Mohr’dan ve Torpedo Versuchs Anstalt (TVA)’dan geldi.
Bay Mohr’un neresinde uydurduğunu hala tam olarak anlayamadığım “Neger”, inanılmayacak kadar dandik “silah”, kokpit ve pleksiglass lombozlu bir G7e torpidosundan oluşuyor! Bu şeyin altına ise yine aynı torpidonun patlayıcı başlıklısı takılıyordu. Otuz deniz mil menzili olan, yaklaşık beş tonluk Neger dalamadığı gibi altındaki torpidoyu su üstünde tutabilecek yüzdürme gücüne de zar zor sahipti. (yani her an “battı batacak” gibi. Al sana “wonder weapon”) Daha sonra bu cihazdan kısa süre için yaklaşık 25 metreye dalabilecek bir parça daha büyük başka bir silah, “Marder” geliştirildi.
Neger iyiydi, hoştu da, büyük bir dezavantaj düzenlenen saldırıların %60 - %80 kayıpla sonuçlanmasına neden oldu. Kullanıcı -şoför, pilot, vb.- kokpitte göz hizası hemen hemen deniz seviyesinde olacak kadar alçakta oturuyordu. Bu durumda genellikle dalgalar arasında hedefini tam olarak göremiyor ya da lomboza kolayca bulaşabilen deniz yüzeyindeki mazot veya diğer bok püsür görüşü tamamen engelliyordu. İçeri su dolmasını göze alıp, lombozu açarak etrafı daha net görebilmek mümkündü tabii. Ancak bu şekilde batan kaç tekne olduğunu bilmiyorum. Son ve oldukça kuvvetli olasılık da, altta ekli torpidonun ateşleme anında ayrılmayı reddedip, pilotla birlikte sonsuzluğa yelken açmayı seçmesiydi! Temmuz ve Ağustos 1944’de düzenlenen dört saldırıda yüzlerce hedefle dolu Manş Denizi’nin Avrupa kıyılarında ancak bir destroyer, 3 mayın tarama gemisi ve iki de koster’e karşılık 99 adet Marder kaybedince bu işe “tevbe” edip, bir daha kullanılmadılar…
Benzer şekilde ölümcül ve başarısız –ama bu defa iki yanda birer torpido taşıyabilen- “Molch” ve Jules Verne tarafından tasarlanmışa benzeyen İngiliz cep denizaltısı “Welman” dan geniş ölçüde yararlanılarak tasarlanan, fakat karbon monoksit sızdıran benzinli motoru[5] yüzünden kabin kapakları kapalı olarak 45 dakikadan fazla çalıştırılamayan lanetli “Biber”[6] i fazla umursamayıp, büyük umutlar bağlanan ve gerçekten işe yarar gibi görünen başka bir tasarıma geçeyim:
“Seehund” ya da “Tip 127”, tasarımın kökleri –yine- ele geçirilen İngiliz malzemesine dayanıyor. Alman Savaş gemisi Tirpitz’e saldırı sırasında batırılan ve sonra fiyordun dibinden çıkarılan İngiliz “X” tipi teknelerin işe yarar kalıntıları benzer bir tasarımın oluşmasına yardımcı olmuş (Hecht). Fazla işe yaramayan ama ileride Seehund mürettebatının eğitilmesine katkısı olan teknelerden de bizim şu Tip 127 tasarlanmış. İki kişilik mürettebatı, dizel, elektrik motorları ve 45 derinliğe inebilme yeteneği ile enikonu bir denizaltı bu. Tasarlandığı dönemde müttefik uçakları kuzey denizlerini hallaç pamuğu gibi attığından, yüzeye çıkmadan deniz yüzeyini ve gökyüzünü araştırabilmek için bu mucizeye, şeffaf bir lomboz kapağı ve mükemmel optik düzenekli sabit bir periskop da eklenmiş.
Cihaz gerçekten öyle küçümsenecek bir şey değil. 60 beygirlik motoru ile menzili 270 deniz mili. Eğer gövdeye eklenen ek tanklar da kullanılırsa bu menzil 500 deniz miline çıkıyor.[7] Hedefe dipten yaklaşabiliyor ve kendinden öncekiler gibi gövde yanlarına asılı iki torpidosu var. Torpidolarla ilgili tek can sıkıcı yan; yüklenebilmeleri için teknenin denizden vinç marifeti ile çıkarılıp karada takılması. Savaş dışı koşullarda bile dikkat gerektiren hassas ve tehlikeli bir süreç. Üretimine Haziran 1944’de başlanan Seehund konusunda herkes o kadar hevesli ki, 1.000 tanesinin hizmete girmesi hedefleniyor. Fakat III. Reich’ın çoğu benzer silah programı gibi bu da beklentilerin gerisinde kalmaya ve heveslilerini hayal kırıklığı yaratmaya mahkum[8]. Buna rağmen savaş bitmeden 285 adet üretebiliyorlar.
Fazla bir başarı gösterememiş olsa bile Seehund Alman Donanması’nın geliştirdiği ve ürettiği en sofistike cüce denizaltı. Ufak boyutları yüzünden müttefik sonarlarının algılayamadığı gövdeleri ve çok düşük süratleri dolayısıyla hidrofon marifeti ile de tespit imkansız. Avlanacaklar açısından tam bir rezillik yani…
İlk saldırı görevlerine Ocak 1945’de çıkan bu yeni Alman mucizesi Ocakta 44 savaş görevinde 10 tekne kaybedip bir gemi, Şubatta da 33 görevde 4 tekne kaybına karşılık 2 gemi batırıyor, bir tanesini de hasara uğratıyorlar. Martta durum yine çok parlak parlak değil: 29 defa denize açılıp, 9 kayıp veriliyor. Ama en azından bu defa toplamda 5.267 ton müttefik gemisi batırıyorlar. Mayıs 1945’de savaş bitene dek 142 görevde batırdıkları 9 geminin tonajı 18.451 ton. 18.354 tona da hasar vermişler. Ayrılan kaynaklar, iş gücü ve tasarıma, seyir denemeleri ve eğitime harcanan zamanla kıyaslanınca epey acıklı bir aritmetik. Fakat, aritmetiğin de doğru olmayan yanları var. Batırılan gemi tonajı çok düşük olsa da, başka yerde kullanılabilecek en az 500 gemi ve 1.000 müttefik uçağı bu saldırıların önüne geçmekle meşgul edildi. Böyle bir oyalama Almanya’nın yenilmesini geciktirdi mi? Sanmıyorum.
Savaştan sonra çoğu hurdaya atılan, silahsızlanma programı çerçevesinde kesilip biçilip mundar edilen bu teknelerden dört tanesini Fransızlar[9] alıp 1955’e kadar kullanıyor. Günümüze kadar gelen pek azı bugün dünyada çeşitli müzelerde genellikle çok da iyi olmayan şartlarda - genellikle açık havada ve saçma sapan boyanmış olarak - , orijinalliklerinden uzak olarak sergileniyor. Ne pis değil mi?
Çerçevede dümen tertibatına ait bazı parçalar dışında her şey kullanılıyor. Bu dümen parçaları da aslında, başka bir versiyonunda (XXVIIB) kullanılıyor. Bu “geç” versiyon epey osuruktan, tek fark gövdenin iki yanındaki ilave yakıt tankları (ondan da aldık işte)! Uzunlamasına kredi kartı yarısı boyutlarındaki Islak çıkartma tabakası bile aynı! Ama, böyle bir şeye illa numara vermem gerek diye bir kaygım olmadığından beni pek rahatsız etmedi bu husus.
Genellikle yaptığım modeller ile ilgili şikayet, sızlanma, beddua adetim değil. Çünkü bütün süreç plastikten bir “alan razı veren razı” türküsü esasen. Kit hoşuna gitmediyse, beceremediysen eh; atarsın bir kenara, yapmayıverirsin olur biter. Akıl almaz maceralara atılmak konusunda seni zorlayan yok… Ama özelikle bu kit için hususi bir iki şikayette bulunayım. Birincisi; modelin şeffaf olması gereken son derece basit ve tek bir parçası var, o da mürettebat giriş kapağının üzerindeki pleksiglas gözlem kubbesi. Fakat nedense bunu da gri plastikten münasip görmüşler! Önünüzdeki seçenekler ya boyayıp şeffafmış gibi göstermek veya ya da şeffaf bir benzerini bulmak…Benim boyama yeteneklerim katı bir cismi şeffaf-mış gibi gösterebilecek kalibrede olmadığından, yerine uyan bir parça aradım. Buldum da.
ikinci sorun için Ukraynalılara küfretmek ne kadar yerinde bilemiyorum. Bazı parçalar çok ufak ve bunları ana çerçeveden kazasız belasız sökmek nerdeyse imkansız. Örneğin torpido pervanelerinin alnında kırılmak ve parçaların oraya buraya saçılması yazılı. Dikkat edin diyeceğim ama, bir işe yarar mı bilemiyorum işin açığı. Örneğin, torpidoların fünye tertibatı da son derece ince ve hassas. Daha yapıştırıcı sürdüğümde eriyip yok oldular ! Torpidolardaki genel detaysızlık ve bu tür sıkıntılar yüzünden torpidoları ayrıca almak belki daha akıllıca. Ortalıkta gövdesi resin döküm, hatta pirinçten tornada çekilmiş epey detaylı 1/72 ölçekte olanlarını bulmak mümkün.
Denizaltının gövdesi oluşturan parça geometrisinin gerçekle pek ilgisi yok, kaynak izleri de epeyce kalın. Gövdeyi enine kesen bu kalınlıklar yüzünden, gövde birleşim çizgisini kaybetmeyi amaçlayan zımpara ameliyesi epey sıkıntılı. Kulenin arkası ve çok zekice tasarlanmış dalgakıran (Alman mucizesi. Ukraynalılar değil) sorunsuzca birleşiyor.
Kulenin su tahliye yarıklarını açmış olsam da, aslında sonuç ürüne pek bir katkısı olduğunu söylemek zor. Yapılmasa da olur bir işgüzarlık. Teknenin kıçında, uskur ve dümen tertibatı bir miktar özen istiyor. İki parçadan oluşan yatay dümen parçalarını zımparalayarak hatlarını keskinleştirmek, birleşim açılarına dikkat etmek faydalı olur.
Teknenin stabilite ve yönlendirme sorunlarına merhem olmak için geliştirilmiş, yön dümeni işlevi de gören pervane konisini ayrıca boyayıp en sonra takmak gerekli. Oturacağı yüzeyler ile arasında biraz boşluk kaldığı için eklenmesi gereken ufak bir styren parça ayrıca zımpara yapmanın oldukça güç olduğu birleşim yerini de kapatmak gibi başka bir yararlı amaca hizmet ediyor.
Gövdenin iki yanında asılı duran torpidoları gövdeye tutturan tırnaklar ve bırakma mekanizması belki de modelin en iyi bölümü. Parçaların ana gövde ve torpidolarla uyumu mükemmel. Bu sayede torpidoları yapıştırmadan gövdeye “şak” diye tutturmak mümkün.
Ana parçaları birleştirdikten sonra siyah ön gölgeleme ve gri boya ile gövdeyi boyadım. (renk üzerinde kafa yormak ve fikir beyan etmek çok anlamlı değil. Herhangi bir “German Gray” veya “Panzer Gray” iş görüyor) Parlak vernikten sonra bir parça daha derinlik kazandırmak için siyah yağlı boya ile dikkatlice sildim. Bu teknelerin çok fazla kirlendiklerini hele hele paslandıklarını düşünmüyorum. Çünkü denize indirilebilenler bile en fazla bir iki kere operasyonel olarak kullanılmış. Pek fazla olmamakla beraber savaş dönemi resimlerinde de fazla bir yıpranma görünmüyor.
Torpidolara gelince: ben “baş ve kıç bölümlerini pirinç rengi yapın, fünyesi de gümüşi metal olsun” diyen kılavuzu dinledim kös kös. Bununla beraber, muhtemelen kıçı metal rengi olsa da gövde ve başlık bölümü renkleri büyük çeşitlilik gösteren bu cihazın rengi için sıkıca bir araştırma yapmak veya çok bilenlere sormak en iyisi (emin olun; bir ya da birkaç forumda yaşamını G7E torpidosuna adamış uzmanlar bulabilirsiniz, gerçi o kadar taşak geçildi ki bu tür uzmanlıklarla, artık kendilerini o kadar kolay açık etmiyorlar).
Girişi kapağı üzerindeki gözlem kubbesi, periskop ve pusula dikmesini tüm boya işleri bittikten sonra yapıştırdım. Dikkatimi kullanma kılavuzunda ve internette yapılmış örneklerde periskopun tümüyle gövde rengine boyanmış oluşu çekti. Oysa, iç içe geçen hareketli şaftlardan oluşan (teleskopik) bir cihazda bazı bölümler boyanmamış metal yüzeyler olmalıydı. Epey eşelendikten sonra bu teknelerde periskopun sabit tasarlanmış olup, diğer denizaltılardaki gibi hareketli, gövde içine giren türden olmadığını öğrendim. Ayrıca arkadaki, çok uzun süre şnorkel olduğuna inandığım şaftı ise manyetik pusula olduğunu da... Kullanma kılavuzları biraz daha açıklayıcı ve anlamlı bilgiler içerse ne kadar iyi olurdu.
Son olarak, şu iç bulandırıcı altlıktan kurtulup, daha ipe sapa gelir bir şeyle değiştirmeye geldi. Gözümün önündeki çirkinliğin verdiği azimle kısa sürede bir şey üfürdüm ve modelimi üzerine oturttum. Model denizaltılara en çirkin altlığı yapmaya kararlı, konu üzerinde inatla çalışan ICM yetkililerine bu sevdadan vazgeçmeleri için sesleniyorum buradan. Lütfen…
Genel olarak yapım aşamaları bana pek güven vermemiş ve düşündüğümden uzun sürmüş olsa da, sonuç üründen memnun olduğumu fark ettim. Eğer bu işlere merakınız varsa tükenmeden bir veya birkaç tane alıp istiflemekte yarar var.
Hayırlı Modeller! Ahmet Dönmez
Çizimler hakkında : İnternetteki çizimler akla yatmayınca oturup eski usul, rapido ile aydıngere çizmek zorunda kaldım. Kes yapıştır bir site sahibi iseniz ve bunları kullanmayı düşünüyorsanız, izin isteyin, ya da en azından nereden aldığınızı belirtin derim. Tersi durumlarda; eğer denk gelirsem, ailenizdeki dişi fertler ile ilgili ne ilginç fiiller, uygulamalar, şeyler temenni ve deklarasyonlarıma (ana avrat dümdüz gideceğim işte, anlamadınız mı hala?) maruz kalacaksınız… Bir daha düşünün derim!
İsimler hakkında : Almanlar incelikli düşünüş ve akıl oyunu meraklarını burada da gösterip, cihazlara çoğunlukla görev ve formlarına uygun ufak kemirgen, balık ve sürüngen isimleri vermeyi tercih ediyorlar. Semender dışında hepsi ufak ama yırtıcı tehlikeli canlılar, zarar verici kemirgenler ! Biber=Kunduz, Neger/Nagetiere=Kemirgen, Hecht=Turna Balığı, Marder=Sansar, Molch=Semender gibi…
Görsel Malzeme : Model Fotografları BvP , Çizimler BvP (Konu ile ilgili açıklamayı yukarıda ettim). Danimarkalı Direnişçi ve Neger üzerindeki hanım kızımız: http://longstreet.typepad.com/thesciencebookstore/ isimli site. Bu fotoğraf 11 Ağustos 1945 tarihli “The Illustrated London News” den taranmış.
Prehistorik dalış elbisesi içinde bay Bill Bailey : http://www.mcdoa.org.uk/Bill%20Bailey%20Tribute.pdf son derece ilginç bir yazı. Okumakta fayda olabilir.
Diğer denizaltı resimleri: Yakın tarihli ama nedense bugün pek ortalıkta bulunmayan çok önemli bir kitaptan : Kemp, Paul. Midget Submarines of the Second World War. Caxton Editions, 2003. X-Craft ve Seehund’a ait detaylı çizimler de mevcut.
[1] Bu silahları kullananlar her zaman çok cesur ve gönüllü de olmuyordu maalesef. Özellikle Alman Deniz Kuvvetleri savaşın sonlarına doğru elemanlarının geçmişi ile pek ilgilenmiyor sanki. Normandiya açıklarında seyreden HMS Orestes Mayın Tarama gemisinin tek kişilik denizaltısı içinde ele geçirdiği denizcinin 18 yaşında bir hücre mahkumu olduğu ve bu intihar görevi için salıverildiği sorgu sırasında ortaya çıkacaktı. Suçluların cep denizaltılarıyla bu tür – resmi olmasa da – intihar görevlerine yollanması Jack Higgins’in Eagle Has Landed (‘Kartal Kondu’) kitabında da kullandığı bir motif.
[2] E, herifler sahneden çekilmiş diyoruz ama, Jacques Cousteau adlı vatandaş, taşınabilir soluma cihazı ve diğer dalış sistemlerinin geliştirilmesi ile uğraşıyor. Amerikan donanması ile İtalyanlara karşı komando baskınlarına katılıyor…
[3] Bu aracın 1/35 ölçekli bir modeli İtalyan plastik model üreticisi Italeri de mevcut. Katalog numarası 5605.
[4] Kısaca popüler kültür dağarcığımızda şekillendiği biçimiyle; iyi eğitimli, gözü pek nazi subayların kullandığı, üstün ve zamanının ötesinde “mucize silah” falan değiller.
[5] Standart Ordu kamyonu Opel Blitz’in 6 silindirli ve 3.6 litrelik benzinli motorundan bol miktarda bulunuyordu.
[6] Kraliyet Donanmasının 29 Aralık 1944’de, kullanıcısı Monoksit zehirlenmesinden öldüğü için hasarsız ve çalışır durumda ele geçirilen 90’numaralı Biber bu gün Imperial War Museum’da sergileniyor. Kraliyet Denizaltı müzesinin sahibi olduğu başka biri, “Biber 105” ise yeryüzünde İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan çalışır durumdaki tek denizaltı. Modelini yapmak isterseniz İtaleri 1/35 ölçekte 5609 katalog numarası ile güzel bir modelini sunuyor size.
[7] Bunlar tabii kağıt üzerindeki teorik rakamlar. Söz konusu mesafeleri bu tür bir teknenin içinde kat etmeye dayanabilecek bir mürettebat mevcut değil. Ayrıca tekneye torpidolar yüklenince, başta düşünülen 7 deniz millik su üstü süratinin de hayal olduğu ortaya çıkacaktı. Gövde tasarımı ve torpidolar hatır sayılır bir direnç oluşturduğu için mevcut aküleri ile 3 millik bir süratle su altında 63 deniz mili kat edebilmişti.
[8] Hammadde alokasyon sorunlarını, sürekli hava bombardıma nı altındaki çökmüş ulaşım ağını, iş gücü kısıtlarını, tökezleyen Alman savaş ekonomisindeki öncelik çatışmaları falan göz önünde bulundurulduğunda, eh… Çok garip bir durum değil.
[9] Bu Fransız milleti şu “ganimet” işine pek meraklı, Bu denizaltılardan başka, savaştan sonraki yıllarda “Panther” tanklarını, çok miktarda hafif silahı, topu, Heinkel He177 4 motorlu bombardıman uçaklarını, İşgal altındaki ülkelerinde Alman Lisansı ile üretilen hafif sıklet irtibat uçaklarını (Fieseler Storch) ve daha kim bilir neleri tepe tepe kullanıyorlar. Ama bu konu da başı Ruslar çekiyor kanaati içerisindeyim.
|
||||||
Bu sayfadaki yazı ve fotografların tüm hakları www.ozkanturker.com sitesine ve yazarına aittir. İzinsiz kullanılamaz. |